ÜYE GİRİŞİ ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA

EYÜP---

eyüp
istanbul eyüp
eyüp istanbul
eyüp resimler
eyüp fotoğraflar
eyüp manzaralar
eyüp görüntüler 
eyüp video
eyüp spor
eyüp cami
eyüp kabristan
eyüp ulaşım
eyüp kültür
eyüp sanat
eyüp feshane
eyüp sultan
eyüp sahabeler
eyüp tarihi eserler
eyüp osmanlı
eyüp camiler
eyüp kabirler
eyüp turizm
eyüp teleferik
eyüp santral istanbul
eyüp pierre loti
eyüp haliç
eyüp konut
eyüp konaklama
eyüp emlak
eyüp kiralık
eyüp satılık
eyüp arsa
eyüp araç
eyüp ssk
eyüp sağlık
eyüp hastahaneleri
eyüp devlet hastahanesi
eyüp ssk hastahanesi
eyüp nüfus
eyüp kaymakamlık
eyüp belediye
eyüp ekonomi
eyüp sanayi
eyüp ticaret
eyüp eğitim
eyüp okul
eyüp lisesi
eyüp meb
eyüp iş
eyüp halk eğitim
eyüp işkur
eyüp kurs
eyüp ismek
eyüp gezi
eyüp doğa
eyüp tatil
eyüp turlar
eyüp ebü derda
eyüp halk ekmek
eyüp emniyet
eyüp
Eyüp İlçesi Tarihi 1. Bizans Döneminde Eyüp. M.S. 395'te Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti ilan edilen Konstantinapolis 5. yüzyılda nüfusu ve üstlendiği roller nedeniyle önemli bir kent olmuştur. Bu dönemde birinci kuşak surlar (Septimus - Severus Surları) aşılmış, kent batıda yayılarak Theodosios Surları’na dayanmıştır. Bu gelişim sürecinde kentin eski çekirdeğinden kara surlarının önemli giriş kapılarına yönelen iki ana eksen (Meşe Yolu) ortaya çıkmıştır. Bunlardan Marmara Denizi kıyılarına paralel olan Zafer Yolu 6. yüzyılda Akdeniz Havzası’nın başkenti olan İstanbul’da imparatorun kente girdiği anıtsal tören kapısını da içeren önemli ve simgesel bir arterdir.
Kuzeyden, İstanbul’un ilginç topografyasını oluşturan tepeleri birleştirerek sur dışına çıkan aks ise, Eyüp’ün bu eski dünya kenti ile ilişkilerini açıklayabilmek bakımından, bu bahiste daha da önem kazanmaktadır. 6. ve 7. yüzyıllar Konstantinapolis’in Haliç’in kuzeyindeki Sycae ticaret kolonisi ve sur dışı ile ilişkiler geliştirmeye başladığı dönemdir. Ayvansaray’da surların hemen dışında 6. yüzyılda Justinianos zamanında Meryem’e ithaf edilen büyük kilise yapılmıştır. Aynı dönemde Eyüp’te Aziz Kosmos ve Damianos adlarına adanmış bir manastır mevcuttur.
 Kydaro (bugünkü Alibey) ve Barbyzes ( bugünkü Kağıthane ) derelerinin Haliç’e döküldükleri yerin batısında bugünkü Eyüp’ün kurulduğu arazinin dik bir yamaç halinde suya indiği yerde II. Theodosios zamanında kurulan manastırdan ve çevrenin görünümünden dolayı buraya Kosmidion (Yeşil) denilmiştir. Yerleşme bu ziyaretgah çevresinde oluşmuştur. Kuruluşu İ.S. 5. yüzyıl ortalarına uzanan yerleşme, çevredeki dini yapılar nedeniyle, kutsal bir şifa merkezi olarak tanınmıştır. Bu dönemde Eyüp’ün bulunduğu alan, Haliç’in diğer sahilleri gibi, zengin ve yoğun bir bitki örtüsüyle kaplı olduğundan ve civardaki ormanlarda av hayvanları yaşadığından imparatorlar tarafından av sahası ve sayfiye yeri olarak da kullanılmıştır.
2.Osmanlı Döneminde Eyüp 15. ve 16. Yüzyıllar Osmanlı kentleri, eski Yunan ve Roma kentleri gibi, planlı olarak gelişen ve ibadet, yönetim, ticaret mekanlarını içeren bir çekirdek çevresinde oluşmuştur. 1453 yılında Osmanlı topraklarına katılan İstanbul, imparatorluğun genişleyen toprakları ve Osmanlı Devleti’nin uyguladığı iskan politikaları koşutunda, Bizans’ın son dönemlerinde yitirdiği canlılığına kavuşmuştur. İstanbul bu dönemde devletin gücünü simgeleyen ve imparatorluğun tüm yükünü çekebilecek bir dünya kenti olabilmesi için örgütlenmiştir.
 Bu örgütlenme başkentteki yönetim, hizmet üretimi (zanaat ürünleri üretim ve dağıtımı) ile savaş ekonomisi ürünleri üretimi (tophane, baruthane, tersane, vb.) tesisleri ile hem Suriçi’nde hem de Haliç’in iki yakasında fizik mekana yansımıştır: Saray, Bedesten ve çevresinde Kapalıçarşı, Haliç’teki liman çevresinde kapanlar ile Haliç’in kuzeyinde Galata komşuluğunda Tophane ve Kasımpaşa’da tersane gibi ilk sanayi tesisleri bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bu yönetimsel ve ekonomik örgütlenmede rol alan nüfus Suriçi’nde ve söz konusu tesislerin yakın çevresinde iskan edilmiştir.
Bu yerleşmenin dışa vurumu ise özellikle Bizans kentinin Ayasofya’nın konumlandığı odağından başlayıp, kuzeybatıya yönelen kutsal aks üzerinde kurulan Sultan camileri ve külliyelerdir. Bu çerçevede Eyüp’ün rolü fetih sırasında Hz. Muhammed’in sahabelerinden Ebu Eyyub’a (Eyüp Sultan) ait olduğuna inanılan mezarın bulunmasıyla başlar. Bu mezar üzerine Fatih tarafından yaptırılan türbenin, yanında İstanbul’un ilk sultan camii ve külliyesi (medrese, kütüphane, imaret, çifte hamam) inşa edilmiştir. Bu külliye bugünkü Eyüp yerleşmesinin çekirdeğini oluşturmuş,
 çevresinde Bursa’dan gelen göçmenlerin ve Yörüklerin iskanı ile yerleşme gelişmiş ve İstanbul’un kalabalık nüfusunun besin ihtiyacının karşılanmasında burada yer alan tarım alanları ve meralardan yararlanılmıştır. Kuşatma sırasında İstanbul çevresinde Boğaziçi’nin Rumeli kıyılarından Karadeniz ve Eyüp çevresine kadar uzanan bölgede 160 kadar köy nüfusunu kaybetmiş olduğundan ve o zamanki koşullarda bu köylerdeki üretim, kentin beslenmesi bakımından, önem taşıdığından bu köylerin nüfuslandırılması önemli bir politikadır.
 Eyüp’ün Eyüp Sultan ile başlayan manevi sembolizmi Osmanlı İmparatorluğu’nun sultanlarının halife olarak İslam dünyasının dini temsilcisi sıfatına erişmesi, bunun gereği olarak Hz. Peygamber’e ait kutsal emanetlerin de Eyüp’e taşınması ile yükselecektir. Bu dönemde Eyüp, Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra en kutsal 4. İslam ziyaretgahı haline gelecek, tarikatlara ait tekkeleri, ileri gelen bilgin ve saray mensubuna ait türbeler ve kabristanlarla büyüyecektir.
Bu nedenlerle, Eyüp’ün Osmanlı İmparatorluğu’nun gelişme dönemindeki rollerinden biri de devletin halkla ilişkiye geçtiği ideolojik ve simgesel tahta oturma (cülus), bağlılık yemini (biat), kılıç kuşanma törenlerinde, sünnet, doğum ve zafer kutlamalarında odak olmasıdır. Tören, Eyüp ve Saray arasında Kutsal Aks ve Haliç üzerinde yapılır. Bu işlev Kutsal Aks üzerinde külliyeler çevresindeki mahallelerin ve Haliç üzerinde dinlenme işlevinin gelişmesini olduğu kadar Eyüp yerleşmesinin gelişmesini de etkilemiştir.
 Eyüp dinsel ve dinlenme amaçlı ziyaret ve konaklama mekanı, buna dayalı imalat ve ticaret (seramik, çanak-çömlek, oyuncak atölyeleri) işlevleri ile İstanbul’un Haliç çevresindeki mekansal yapılanmasında bir son nokta olmuştur. Fatih’in daha İstanbul’un Osmanlı - Türk Dönemi’nde kuruluş aşamasında, İstanbul’un hasları ve kadılıklarını tayin ederken İstanbul (Suriçi) ve Galata’nın yanına Eyüp’ü de katması bu yönlerin gözetilmesi sonucu olsa gerektir.
 Nitekim Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kırkçeşme su yollarının yapılması gibi önemli imar etkinlikleri sonucu Eyüp’ün, Galata dışında, Kasımpaşa ile birlikte en yoğun surdışı yerleşmelerinden olduğu bu konuda yazılanlardan anlaşılmaktadır. 17. ve 18. Yüzyıllar 16. yüzyılın sonuna kadar reayanın toprağını terk etme yasağının uygulanması ile nüfus artışı denetlenen İstanbul, bu dönemde Anadolu’da görülen isyan dalgası ve benzeri karışıklıklar nedeniyle önemli ölçüde göçe uğramıştır. 17. yüzyıl boyunca Anadolu’daki, 18. yüzyılda Rumeli’deki huzursuzluk ve aynı dönemde Avrupa ve Kırım’da toprak kayıplarının başlaması bu göçü artırmış ve konut alanlarının yoğunlaşmasına neden olmuştur.
Nüfusun yoğun olduğu mahalleler Haliç boyunca yer almıştır. Bunlar çoğunlukla Beyazıt-Edirnekapı hattının kuzeyinde Rumlar ve Museviler’in yerleştiği mahalleler ile aynı hattın güneyinde tüccarlar ve ilmiye sınıfı mensuplarının bulunduğu mahalleler, Hipodrom ile Aksaray - Yenikapı arasında orta halli ailelerin, esnaf ve zanaatkarların yerleştiği mahalleler ve Samatya - Yedikule arasında mülkiye sınıfının, Ermeni ve Musevilerin yerleştiği, sakinlerinin etnik ya da dinsel kökenlerine göre farklılaşan mahallelerdir. Anadolu’dan göçenler dış mahallelere, kara surları yakınına, kentin henüz yerleşilmemiş bölgelerine yerleşmiş,
vakıf kuruluşlarının yardımıyla yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bu olgulardan Eyüp’ün etkilenmesi 18. yüzyılda Anadolu’dan kopup gelen bekar erkeklerin, yeniçerilikten ayrılmış olanların ve hatta ailelerin İstanbul’u doldurması ile ilgilidir. Bu olgu geçimini tanımlı ve yasal yollardan sağlamayan ‘marjinal’lerin kentteki sayısını artırmış, bu nedenle iş bölgelerinde bekarların yaşadığı geniş sefalet yuvalarının, Eyüp, Kasımpaşa ve Üsküdar’da ise gecekondulaşmanın ilk işaretleri görülmeye başlanmıştır. Suriçi’ndeki semtlerin önemli bölümünü yok eden yangınlar sonucu sakinlerin surdışında yer seçmesinin de bunda rolü olmalıdır.
 Bilindiği gibi 1718-1730 yılları tarihimizde Lale Devri olarak nitelenir. Bu dönem yapılarının çoğunluğu kent merkezinin dışında, Kağıthane ya da Boğaziçi’ndedir. Kültürel etkinliklerin yoğunlaştığı bu dönemde, kentin dışa doğru büyümesinin de etkisiyle, Haliç’in sonlandığı yerde Kağıthane ve Eyüp mesireleri ve bunların kıyıda sonlandığı sahil saraylarıyla ün yapmıştır. Bu dönemde Eyüp Haliç boyunca güneye doğru, bugün Haliç ile Eyüp Sultan arasında yer alan bölgede, genişlemiştir. Eyüp Sultan Camii Mahallesi’nin güneyinde Haliç boyunca yapılan Cezri Kasım Paşa ve Zal Mahmut Paşa camilerinin etrafında mahalleler oluşmuştur. Kıyıda Yavedud, Zal Paşa, Defterdar, Eyüp ve Hoca Efendi iskelelerinin varlığı bölgenin o zaman yoğun bir nüfusa sahip olduğunun göstermektedir. 1630’larda Evliya Çelebi, Haliç üzerinde Defterdar Camii’ne kadar olan bölgeyi tasvir ile düzlükteki Çömlekçiler Mahallesi’nde bağlı - bahçeli kat kat hoş manzaralı 1000 kadar evden, birçok konak ve bostanın varlığından söz etmiştir.
 Evliya’ya göre bu mahallede üç yüz dükkanlı çarşıdan başka iki yüz elli çanak çömlekçi dükkanı vardır. Evliya Çelebi ve Kömürcüyan’ın verdikleri bilgiye göre, çömlek fırınları ve atölyelerinde çanak-çömlek, testi, tabak, yağ, bal, şarap ve su kapları, her türlü oyuncak imalatı söz konusudur. Kömürcüyan, Eyüp’ü tasvir ederken, bahçe ve bostanları, şehzade ve sultan hanımlarına ait konakları, saraya kar sağlayan kar kuyularını özellikle belirtmiştir. 3.Cumhuriyet Döneminde Eyüp 19. Yüzyılda ve
 Cumhuriyetin İlk Döneminde Eyüp 18. yüzyılda başlayan yenileşme hareketleri ve 1834 Tanzimat Fermanı bilimde, sanatta ilerleyen, sömürgeleşme ve sanayileşme ile zenginleşen ve bunu tüm dünyada hissettiren Batının etkilerinin Osmanlı ülkesinde de yaşanmaya başlanması İstanbul’un biçimlenmesini de önemli ölçüde yönlendirmiştir. Sarayın yönetim işlevinin surdışında Beşiktaş sırtlarında, Yıldız’da ve Beşiktaş sahilinde yerleşmesi birçok işlev alanının yer seçiminde ve kentin parçaları arasında kurulan ilişkiler sisteminde en önemli paya sahiptir.
 Galata-Pera’nın Suriçi’ne köprülerle bağlanması, Pera’da gayrimüslim ülkelerin elçiliklerinin çevresinde yeni bir merkez gelişmesi, prestij konut bölgelerinin Beyoğlu’na ve Boğaz kıyılarına yönelmesi bu etkilenme içinde sayılabilir. Yeni ekonomik eylemlerde rol alan gayrimüslim nüfusun Haliç’in kuzeyine taşınması, Beyoğlu’nda batılı anlamda bir eğlence merkezinin ortaya çıkması, Anadolu yakası’nda kıyıda ve Avrupa Yakası’nda Eyüp’ün batısında yapılanan modern askeri kışlalar, Boğaziçi köylerinde ve Marmara kıyılarında gelişen sayfiye yerleri ile
Sirkeci İstasyonu ve Haydarpaşa Gar-Liman tesisleri yayılan kentin farklı işlev alanlarının belirginleşmesini getirmiş, aynı zamanda bu farklı işlev alanları arasında araçlı ulaşım sistemleri ve ulaşım hatlarının kurulmasına gereksinme doğmuştur. Haliç’in ve Boğaz’ın iki yakası arasında kurulan deniz yolu ile kitle taşımacılığı, Suriçi’nde, Beyoğlu’nda ve Kadıköy - Üsküdar’da tramvay ve Beyoğlu Yakası’nda tünel ile Marmara kıyılarına koşut geçirilen demiryolu hatları bu dönemde hizmete girmiştir. Tekerlekli araçlarla ulaşım, mekanı biçimlendirme açısından önceden oluşmuş kent kesimlerinde de etkili olmuş, yanan kent kesimleri geleneksel dokudan çok farklı yol ve mülkiyet dokusu arz eden ızgara sistemle ‘planlanmış’ ve kagir binalarla yeniden yapılanmıştır.
 İstanbulluların 19. yüzyıldaki yaşamı üzerine yayımlanan ayrıntılı tasvirlerden İstanbul’dan Eyüp’e gitmek için en kısa yolun Ayvansaray kapısında başladığı, bu yol üzerinde bir sıra mezarlık ve civardaki çiçek bahçelerinde yetiştirilen çiçeklerin satıldığı Gül Pazarı ile karşılaşıldığı, daha sonra dikkati çeken ilk yapının Şah Sultan Türbesi olduğu, onun hemen karşısında Esma Sultan’ın Metruk Sarayı’nın yer aldığı, daha ilerde büyük ulema şeyh ve devlet ricalinin yattığı bakımsız, yarı harap bir çok mezarın bulunduğu anlaşılmaktadır. 1880’de Fransız Pierre Lotti adına Haliç ve çevresinin manzarasına bakan bir tepede kurulan kahve
Eyüp’ün yabancılar tarafından tanınması ve ziyaret edilmesinde farklı bir yer edinmiştir. Bu dönemde Eyüp ile ilgili asıl gelişme yakın çevresinde ortaya çıkmıştır. Sultan II. Mahmut’un orduyu yenileme çalışmaları sırasında kurulan Rami Kışlası (1829) ile Balkan Savaşları nedeniyle buradan gelen göçmenlerin yerleştiği Taşlıtarla, sonraki gelişmelerin ilgi merkezlerini oluşturmuştur. Sirkeci’ye demiryolunun getirilmesi, Silahtarağa’da ülkenin ilk enerji santralinin kurulması, Haliç’te Feshane, İplikhane, Defderdar Yünlü Fabrikası ve diğer sanayi ve depolama yapılarının yoğunlaşması Kasımpaşa, Hasköy ve Eyüp’te sanayi çalışanlarının yerleşme dokusunu ortaya çıkarmıştır.
 Cumhuriyetin ilk dönemindeki kentlerin planlanması çalışmalarında İstanbul için farklı ülkelerden Batılı uzmanlar plan ve öneriler geliştirmiş, ancak hepsi de Haliç’i bir sanayi alanı olarak görmüşlerdir. Bunlardan geniş ölçüde uygulanan Prost Planı (1936) ile Haliç kıyılarında ve 1950’li yıllarda Topkapı’da sanayi bölgelerinin tesisi, bunun yanı sıra 1940’lı yıllarda Rami yöresinde ızgara sistemle oluşturulmuş yeni yerleşme alanına Balkan göçmenlerinin yerleştirilmesiyle Eyüp yerleşmesi, sanayi ile iç içe girerek, Haliç kıyısı boyunca kuzeybatıya doğru büyümüştür. Güvenlik nedeniyle kutsal emanetlerin de
 Topkapı Sarayı’na nakledildiği bu dönemde Eyüp artık bir ziyaretgah, seyir ve mesire yeri değil, imalathaneler, işçi mahalleleri, orta sınıf konutları ve mezarlıklardan oluşan kenar semttir. 1950 Sonrasında Eyüp 1950’li yıllara değin dinsel kimliğin öne çıktığı bir su kenarı yerleşmesi olan Eyüp 1950’lerden sonra hızlı bir dönüşüm sürecine girmiştir. Bu döneme kadar bir su yolu (kentin ana bulvarlarından biri) üzerinde yalıları, sarayları, orman alanları ve mesire yerleriyle Osmanlı toplumunun yaşam alanı olarak dikkati çeken Eyüp ve Haliç kıyısı 1950'li yıllardan itibaren İstanbul’un gelişim sürecine paralel olarak değişmeye, dönüşüm geçirmeye başlamıştır. Bu dönem tüm İstanbul için olduğu kadar, Haliç kıyısı için de önemli bir kırılma noktasıdır.
Haliç kıyısı ve Eyüp için antik çağdan bu yana devamlılığını sürdüren kimlikler bu noktada önemini yitirmiş ya da geri plana düşmüş, mekan başka dinamiklerin etkileri ile biçimlenmeye başlamıştır. 1950 sonrasında Eyüp ve yakın çevresini etkileyen dinamikler incelendiğinde 1950-80 arası ve 1980 sonrası olmak üzere iki dönem belirmektedir. 1950 - 1980 Döneminde Eyüp 1950’li yıllardan 1980’lerin sonuna kadar İstanbul’un gelişiminde sanayi alanları temel belirleyici işlev olmuştur; konut alanları sanayi alanlarının yer seçim kararlarına bağımlı olarak gelişmiştir. 1950 yıllarında Kartal, Bomonti ve Kağıthane bölgelerinde sanayi kuruluşları yer seçmiştir. Aynı şekilde Gaziosmanpaşa, Bakırköy, Zeytinburnu, İstinye, Paşabahçe ve Beykoz’da da çok sayıda sanayi kolu üretime başlamıştır. 1950’lerin ortasında İstanbul, banliyö demiryolu hattının da etkisiyle, Marmara Denizi kıyılarına koşut olarak batıda Yeşilköy, doğuda Bostancı’ya uzanan bir alana yayılmış, kuzeyde Levent’e ilerlemiştir. Bu yayılmada iki farklı konut üretimi öne çıkmaktadır. Birincisi gecekondulaşmadır. 1940’lı yıllarda yeni yeni ekonomik politikalar sonucunda başlayan göç olgusu 1950’lerden itibaren İstanbul’un gelişiminde temel olgu haline gelmiştir.
 Sanayileşmeye bağlı bu ilk göç dalgası ile gelenler, Haliç ve sur dışındaki sanayi kuruluşları çevresinde yerleşmişler, Zeytinburnu, Kağıthane, Taşlıtarla ve Maltepe bölgeleri ilk gecekondu alanları olmuştur. İkinci konut üretim biçimi ise apartmanlaşmadır. 1954 yılında tapu yasasında yapılan bir değişiklikle kat mülkiyetine olanak sağlanması bu süreci hızlandırmıştır. İstanbul kentsel mekanının biçimlenmesindeki bir diğer etken ise kentte gerçekleştirilen ana arterlerdir. 1956 yılında dönemin başbakanı Adnan Menderes’in siyasal amaçlı olarak gerçekleştirdiği imar operasyonları ile meydanlar ve yollar genişletilmiş, o zamana kadar görülmedik genişlikte yollar kısa sürede gerçekleştirilmiştir. 1960’larda Yakacık, Tuzla, Çayırova, Gebze sanayi eksenine, Kartal - Maltepe sanayi alanları eklenmiştir. Zeytinburnu ve Bakırköy arasını doldurmuş olan sanayi alanları bir yandan Sefaköy, Halkalı, Firuzköy’e, diğer yönden Eyüp, Rami, Gaziosmanpaşa bölgesinden kuzeye kayarak Küçükköy, Alibeyköy ve Kağıthaneye ulaşmıştır. Bu dönemde özellikle sanayileşmenin artmasının bir sonucu olarak ekonomi gelişmiştir. 1966 yılında İstanbul Sanayi Nazım Planı yapılmış, İstinye ve Haliç kıyılarındaki sanayi alanlarındaki gelişme dondurulmuştur.
Sanayi planı dışında Doğu Yakası’nda Kartal ve Maltepe, Batı Yakası’nda Levent çevresinde yeni sanayi bölgeleri oluşmuştur. 1970 yılından sonra Batı Yakası’nda Bakırköy, Sefaköy, Halkalı, Firuzköy, Avcılar, Eyüp, Rami, Alibeyköy, Gaziosmanpaşa, Küçükköy, Bomonti, Kağıthane, Doğu Yakası’nda Maltepe, Yakacık, Kartal, Tuzla, Çayırova, Gebze ile Ümraniye ve Şile dönemin başlıca sanayi bölgeleri olmuştur. 1970’li yıllara kadar Eminönü, Beyoğlu, Taksim, Şişli bölgelerinde süregelen merkez fonksiyonları 1970’li yıllardan itibaren Mecidiyeköy’e ve bir sonraki aşamada Zincirlikuyu’ya ilerlemiştir. Karaköy -Beşiktaş ve Şişli - Zincirlikuyu arasında gelişen bu iş bölgesinde genelde hizmet sektörü faaliyetleri yer almıştır. Yine bu dönemde Bakırköy, Bayrampaşa, Fatih ve Gaziosmanpaşa semtlerinde merkezi iş alanı işlevleri görülmeye başlanmıştır. 1950’lerden sonra uygulanan karayoluna dayalı ulaşım politikaları kentin fiziksel gelişimini etkileyen bir diğer faktör olmuştur. 1960’lı yıllarda yapılan E-5 Karayolu ve 1973 yılında hizmete giren I. Boğaz Köprüsü ve çevre yolları, gerek sanayi ve merkez işlevlerinin gerekse konut alanlarının yer seçiminde belirleyici olmuş, kent makroformunun biçimlenmesini yönlendirmiştir.
 Bu dönemde İstanbul Metropoliten Alanı, E-5 karayolu boyunca, batıda Silivri’ye, doğuda Gebze’ye dayanmıştır. Eyüp’ün bu olaylardan etkilenmesi araştırıldığında; 1957’de Başbakan Menderes’in, Prost’un planlarından hareketle yol açma girişimleri bağlamında, Rami Kışla Caddesi kuvvetli bir bağlantı yolu haline getirilerek Yeni Yol diye adlandırılan bir bulvar ile Eyüp Sultan Camii’ne bağlanmıştır. Tarihi merkeze saplanan bu bulvarın (Eyüp Bulvarı) açılması işlemi Cami-i Kebir Caddesi üzerindeki dükkanların yıkılması, Oyuncakçılar Çarşısı’nın ortadan kalkması … gibi doku farklılaşmalarına neden olmuştur. İstanbul Belediyesi tarafından Piccinato’ya hazırlatılan 1/10.000 ölçekli Geçiş Devri Nazım Planı’nda Ayvansaray - Defterdar arasında yer alan III. Haliç Köprüsü ve çevre yolu bağlantısı da 1960 sonrasında, Boğaz Köprüsü’nün yapımı sırasında, gerçekleştirilmiştir.
 1954 Kat Mülkiyeti Yasası ile 1974 İstanbul Kat Nizamları Düzenlemesi yukarıda açıklanan nedenlerle yoğun konut talebine maruz kalan Eyüp’te de yükleniciler eliyle yık-yap-sat sürecinin işlemesine ve parçacı yaklaşımlara yol açmıştır. Diğer yandan sanayinin yoğunlaşması ile artan kaçak yapılaşma boş alanlarda yayılarak eski dokuyu sarmıştır. Tüm bunlar yoğunluğun artmasına, yolların genişletilmesi uygulamaları ile birlikte geleneksel dokunun tahrip olmasına yol açmıştır. Bu süreç sonunda Eyüp’teki çiçek yetiştirme alanları da, Alibeyköy’deki sebze bahçeleri ve meralar da ortadan kalkmıştır.
İ Ebü Eyyüb el-Ensari Kimdir? İstanbul’umuzun güzel ilçesi Eyüp’te yatan ve ilçeye adını veren Ebü Eyyüb el-Ensri Hazretleri aslen Medineli olup burada yaşayan Hazrec Kabilesinin Neccaroğulları kolundandır. Asil adı Halid, babasının adı Zeyd, annesinin adi ise Hinddir. Hem baba, hem de anne tarafından Hz. Peygamber ile ayni soydan gelmektedir.
 Ebü Eyyüb el-Ensari Hz. Peygamber ve Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicretinden iki yıl kadar önce miladi 620 tarihinde hanımı Ümmü Eyyüb ile birlikte Müslüman oldu. Medine de İslamiyet’i ilk kabul edenlerden biridir. Onun teşvik ve daveti sayesinde ailesinin bütün fertleri, akrabaları ve dostları da Müslüman olmuşlardı. 2. Ebü Eyyüb: Mihmandar-ı Nebi Miladi 622 yılında Hz. Peygamber en yakın arkadaşı Hz. Ebü Bekir ile birlikte Mekke’den Medine’ye doğru yola çıktı. Hicret olarak isimlendirilen bu yolculuk Medinede duyulduktan sonra şehirde bir çalkantı meydana geldi. Halkı büyük bir heyecan kaplamıştı. Gözler yollara dikildi ve bir bekleyiş başladı. Herkes Hz. Muhammed (SAV) evinde görmek ve ona hizmet etmek düşüncesinde idi. Bu heyecanı yaşayanlar arasında Ebü Eyyüb el-Ensari ile hanımı Ümmü Eyyüb de vardı. Nihayet beklenen gün geldi. Kutlu misafir Hz. Peygamber Medineye ulaştı. Medineli Müslümanlar onu karşılamak için yollara düştü.
 Evlerinin en iyi yerlerini onu misafir etmek için hazırlamışlardı. Kimseyi kırmak istemeyen Efendimiz, devesi Kusvayı serbest bırakarak kapısına çöktüğü evin misafiri olacağını duyurdu. Bu esnada duygulu anlar yaşandı. Bazı Medineliler devenin dikkatini çekip onu evlerine yönlendirmek için gayret gösteriyordu. Ancak Kusa hiçbir yere takılmadan yürüdü. Ebü Eyyüb ile Ümmü Eyyüb çiftinin kapısına geldi ve çöktü. Böylece Hz. Peygamber Ebü Eyyüb el-Ensarinin evine indi. 3. Tatlı ve Heyecanlı Anlar Ebü Eyyüb el-Ensarinin evi iki katlı idi ve üst katını Efendimiz için hazırlamıştı. Ancak Resülullah (s.a.v.) alt katı yukarıya tercih etti. Ebü Eyyüb da onun isteğine uydu. Akşam olunca herkes odasına çekildi. Üst kata çıkan Ebü Eyyüb ile hanımı rahat değillerdi, içlerinde bir huzursuzluk vardı. Allah Resülü alt katta iken kendilerinin üst katta kalmaları hoşlarına gitmiyordu. Bunu saygıda kusur olarak değerlendiriyorlardı. Ayrıca biraz eski olan evin üst katında yürüyünce alt kata ses gitme ve toz toprak dökülme ihtimali vardı. Çok üzüldüler.
Evin bir köşesine çekilip sabaha kadar uyumadan beklediler. Sabah olunca Ebü Eyyüb durumu Hz. Peygambere bildirdi. Efendimiz de ona, ziyaretçi çokluğu sebebiyle alt katta kalmayı tercih ettiğini söyleyerek kendisini rahatlattı. Ancak birkaç gün sonra bir olay cereyan etti. Bir gece üst katta dolu bir testi devrilip suyu döküldü. Ebü Eyyüb ve hanımı dökülen suyu evdeki kadife yorgana emdirerek alt kata inmesine engel olmaya çalıştılar. Buna rağmen Resulullah’ın üzerine damlamış olabileceği endişesiyle sabaha kadar uyuyamadılar. Sabah olunca Efendimiz’e geldiler, huzursuz olduklarını bildirdiler ve testi olayını da anlatarak üst kata taşınması için kendisine rica ettiler. Böylece Hz. Peygamber evin üst katına taşındı. 4. Ebü Eyyüb Hz. Peygamber iIe Resül-i Ekrem Efendimiz Ebü Eyyüb’un evinde yaklaşık yedi ay kaldı. Mescid-i Nebevinin ve evinin yapımı bittikten sonra da kendi evine taşındı. Ancak kendisine yaptıkları hizmet sebebiyle Ebü Eyyübu ve eşini hiçbir zaman unutmadı. Bazı günler, ashaptan bir grup arkadaşını yanına alır ve onlarla birlikte Ebü Eyyüb’un evine misafir olurdu.
 Ebü Eyyüb da Efendimiz hayatta bulunduğu sürece yanından ayrılmadı. Ona izzet ikramda bulunmaya devam etti. Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına katıldı. Hayberin, Mekkenin ve Taifin fethinde de bulundu. Bu savaşlar esnasında zaman zaman Resulullahın korumalığını yaptı. 5. Hz. Peygamber’den sonra Ebü Eyyüb el-Ensari, Allah Resulünün vefatından sonra İslamı yayma ve müdafaa işine önem verdi. Hz. Ebü Bekir (632-634) ve Hz. Ömer devrinde (634-644) bir çok sefere katıldı. Suriye, Filistin ve Mısırın fethinde bulundu. Hz. Osman döneminde (644-656) Kıbrısı fetheden orduda yer aldı. Hz. Ali, halifeliği döneminde (656-661) Iraka gittiği zaman onu Medinede yerine ve- kil olarak bıraktı, Bu vekalet esnasında bir ara Mescidi Nebevide imam olarak görev yaptı. O, Müslümanlar arasında yaşanan iç çekişmelerde taraf olmadığı gibi, herkesi birlik ve beraberliğe çağırdı. Hazrec Kabilesinden Ümmü Eyyüb ile gerçekleştirdiği evlilikten üçü erkek biri kız olmak üzere dört çocuğu olmuştur. Erkek çocuklarının isimleri Eyyüb, Halid ve Abdurrahman, kızının ismi ise Amredir. 6-Alim ve Ravi olarak Ebu Eyyüb Okuma-yazmanın henüz yaygınlaşmadığı İslamın ilk dönemlerinde az sayıdaki okur-yazardan biri olan Ebü Eyyüb, Hz. Peygamberin vahiy katiplerindendi.
 Hz Muhammed (SAVin ders halkasında yetiştiği için engin bir ilme de sahipti. Bundan dolayı Allah Resulunün vefatından sonraki dönemlerde ilminden yararlanmak ve fetva atmak için müracaat edilen bir kişi olmuştur. Hz Peygamber (SAVden 200 civarında hadis naklettiği bilinmektedir. Abdullah b. Abbas (ö.681687), Abdullah b. Ömer (ö.73/692) ve Enes b. Malik (ö,93/712) gibi meşhur sahabiler ile Said b. Müseyyeb (ö.94/713), Urve b. Zübeyr (ö.94/713) ve Ata b. Yesar (ö,103/721) gibi önemli tabiinler onun talebelerinden bir kaçıdır. 7-Medineden İstanbula Ebu Eyyüb el-Ensari ilerlemiş yaşına rağmen İslam için çalışmaktan geri kalmazdı. Cihad maksadıyla yılda en az bir defa sefere katılır ve herkesi buna teşvik ederdi. Katıldığı en son sefer, hicri 49 (669) tarihinde müslümanlar tarafından gerçekleştirilen İstanbul kuşatmasıdır. O, Medineden binlerce kilometre uzakta meydana gelen bu kuşatmaya katıldığı zaman yaşı sekseni geçmişti. Ordu ile beraber İstanbul önlerine geldi ve şehrin fethedilmesi için büyük gayret gösterdi. Ancak bir sonuç alınamadı.
 Bu arada kendisi ağır bir şekilde hastalanarak yatağa düştü. Bir vasiyetinin olup olmadığı sorulduğunda İslam ordusunun surlara yaklaşabileceği en ileri noktaya defnedilmeyi arzuladığını söyledi. Kuşatma esnasında vefat etti ve vasiyeti aynen yerine getirildi. Cenazesi yıkandıktan sonra bugün kendi adıyla anılan Eyüp Sultandaki türbesinin bulunduğu yere defnedildi. Bizans İmparatoru IV. Konstantinos (668-685), kalabalık bir asker topluluğu tarafından icra edilen cenaze merasimini surlardan izlemiş, ancak ne olduğunu anlayamamıştı. Bundan dolayı Müslümanların arasına adam göndererek hareketliliğin nedenini araştırdı. İslam Peygamberinin ashbından önemli bir zatın buraya defnedildiğini öğrenince de Müslümanlara haber gönderdi ve İs1am ordusu buradan çekildikten sonra kabri açtırarak cesedi vahşi hayvanlara yedireceğini söyledi. Ancak gönderilen cevapta, böyle bir şey yapıldığı takdirde İslam topraklarında yaşayan Hıristiyanların zarar görebileceği, hatta kiliselerin tahrip edilebileceği kendisine bildirilince bu niyetinden vazgeçerek kabre dokunulmayacağına dair teminat verdi.
 8-Kabir nasıl Korundu Ebü Eyyüb el-Ensriye ait bu kabir Bizanslılar döneminde yüzyıllarca varlığını korudu. Zaman zaman ziyaret mahalli olarak kullanıldı. Yanında yağmur duaları yapıldı. Hatta bazı hastalıkların şifası için müracaat edilen bir mekan oldu. Asırlar sonra kabir ortadan kayboldu. Ancak bulunduğu muhit ziyaret mahalli olmaya devam etti. İstanbulun fethinden kısa bir süre önce vefat eden tarihçi Bedrüddin Ayni (ö.855/1450), fetihten hemen önceki tarihlerde bile Bizanslıların türbenin bulunduğu muhiti hala ziyarete devam ettiklerini ve kıtlık zamanlarında burada yağmur duası yaptıklarını belirtmektedir. 9. Yaklaşık Olarak 800 sene sonra Ebu Eyyub el-Ensrinin vefatından yaklaşık olarak 800 sene sonra, 1453 yılının bahar aylarında Fatih Sultan Mehmed Topkapı önlerine otağ kurup İstanbulu kuşattı. Sultan, kendisinden önce Eb Eyyiib el-Ensar Hazretlerinin de İstanbulu fethetmeye geldiğini, burada şehid düştüğünü ve kabrinin burada olduğunu biliyordu.
Hatta kabrinin yerini merak ediyor, ancak kuşatma ile ilgilendiği için araştırma fırsatı bulamıyordu. Fethin gerçekleşmesinden hemen sonra durumu hocası Akşemseddin Hazretterine (ö.1459) açtı ve Ebu Eyyüb et-Ensrinin kabrinin nerede olabileceğini sordu. Akşemseddin parmağını uzatarak bugün kabrin bulunduğu Eyüp semtini işaret etti. Birlikte işaret edilen yere geldiler. Ebü Eyyüb el-Ensri Hazretlerinin kabrinin bulunduğu nokta Akşemseddin tarafından keşf ve ilham yoluyla tayin ve tespit edildi. Bu arada kabrin baş ve ayak uçlarına Akşemseddin Hazretleri tarafından iki çınar fidanı dikilerek kabrin yeri belirlendi. Akşemseddinin yaptığı tespitin doğru olup olmadığı Fatih Sultan Mehmed dahil bir çok kimse için merak konusu olmuştu. Sultan, bu noktadaki merakını gidermek için bir gece kabrin yerini gösteren çınar fidanlarını yerinden söktürüp kıble tarafında farklı bir yere diktirdi. Sonra da kabrin üzerine türbe yaptıracağını söyleyerek son kez yeri gelip kontrol etmesi için Akşemseddine haber gönderdi. Akşemseddin Hazretleri buraya gelir gelmez çınar fidanlarının dikili olduğu yerle hiç ilgilenmeden doğrudan önceden tayin ve tespit ettiği yere gidip aynı noktayı işaret etti.
 Böy lece kabrin orada olduğuna kesin olarak hükmedilerek üzerine türbe yapıldı. 10. Fetihten Günümüze Bir Çınar Fatih Sultan Mehmedin, kabrin baş ve ayak uçlarından söküp kıble tarafına diktirdiği iki çınar fidanı aynen yerinde kaldı. Bugün Eyüp Sultan Camiinin iç avlusunda bulunan demir parmaklığın ortasındaki çınarın Akşemseddin Hazretleri tarafından dikilip yeri değiştirilen iki çınardan biri olduğu söylenir. Diğerinin de 1910-1915 yıllarına kadar ayakta kaldığı, ancak yaşlılığı sebebiyle kuruduğu ve yıkıldığı söylenmektedir. Eyüp Sultan Camii 1-Fatihin EseriFatih Sultan Mehmet 1453 yılında Ebu Eyyüb el-Ensari Hazretlerinin türbesini yaptırdıktan beş yıl sonra 1458 tarihinde Eyüp Sultan Camiini yaptırıp ibadete açtı. Camiye ilave olarak bir medrese, bir hamam, bir imaret ve bir çeşme de inşa edilmişti. Bu eserler Eyüp Sultanı çokça ziyaret edilen bir merkez haline getirdi. Türbe civarında yerleşim de hızla arttı. Özellikle Anadoludan getirilip yerleştirilen Müslüman Türk nüfusu sayesinde buraya kısa zamanda sadece Müslüman ahalinin oturduğu bir mahalle kuruldu.
 2. Sultan II Selim’den Bugüne Fatih Sultan Mehmed’in yaptırdığı cami ve diğer eserler zaman içinde meydana gelen depremler ve diğer afetler neticesinde harab olmuş, sadece hamam ve türbe yapıldığı şekliyle günümüze kadar gelmiştir. Cami en büyük hasarı 1766 yılında meydana gelen depremde gördü. Bu depremin akabinde yapılan onarım yetersiz kalınca, otuz yıl sonra Sultan III. Selim (1789-1807) tarafından yeniden inşa edildi. III. Selim, çıkardığı fermanda önce caminin Fatih tarafından yapıldığı şekliyle aslı korunarak onarılmasını istemiş, ancak bunun mümkün olmadığı mimarlar tarafından belirtilince tamamen yıkılmasını emretmiştir. Temeli 1798 yılında yeniden atılan cami, Mimar Uzun Hüseyin Ağa nezaretinde 28 ay gibi kısa bir zamanda tamamlandı ve 1800 tarihinde bizzat sultan tarafından ibadete açıldı. 3 Eyüp Sultanda İlk Mahya Caminin Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan minareleri tek şerefeli ve kısa idi. Miladi 1723 yılı Ramazan ayında Sultan III. Ahmed (1703-1730) bütün selatin camilerin minarelerine mahya takılmasını emredince Eyüp Sultan Camiinin minareleri kısa geldiğinden mahya takılamadı. Durumu öğrenen Sultan bir fermanla minarelere birer şerefe daha ilave edilmesini emretti. Bu vesile ile caminin minareleri de yenilendi.
 Haliç tarafındaki minareye 1823 tarihinde yıldırım düşmüş ve Sultan II Mahmudun (1808-1839) emriyle hemen tamir edilmiştir. Günümüzde mevcut minareler o güne aittir. Caminin harem avlusu ve içinde bulunan şadırvan, imam-hatip, müezzin-kayyum ve türbedar odaları, muvakkithane, hünkar mahfeline giden rampalı merdiven ve onun devamı olan ahşap asma kat gibi günümüzde hala varlığını koruyan kısımlar da yine III. Selim tarafından caminin yeniden yapılışı esnasında ilave edilmiştir. 4. En Son Tamir Eyüp Sultan Camii ve Türbesi’nin kapsamlı son tamiri, 1956-1958 yılları arasında dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in özet talimatıyta Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılmıştır. Eyüp Sultan Türbesi 1. Fatih’in Eseri Ebu Eyyb el-Ensri Hazretleri’nin kabrinin keşfedilmesinden hemen sonra Fatih Sultan Mehmed kabrin üzerine bir türbe yapılmasını emretti. Böylece 1453 yılında bugün ziyaret edilmekte olan türbe inşa edilmiş oldu. Yapılan türbe orijinal haliyle günümüze gelmiştir ve o devre ait bütün mimari özellikleri taşımaktadır. Mimarı belli değildir.
 2. Türbede Neler Var Sekiz köşeli plan üzerine oturtulan türbe binasının tam ortasında Ebü Eyyüb el-Ensari Hazretleri’nin kabrine ait ahşap sanduka bulunmaktadır. Sandukanın üzeri, güzel yazı örnekleri ile süslü siyah atlastan yapılmış bir örtü ile kaplıdır. Bu örtü, Sultan II. Mahmud (1808-1839) tarafından konmuştur. Sandukanın çevresinde bulunan dökme gümüş şebekeyi Sultan II. Selim (1789-1807) yaptırmıştır. Gerek sanat ve gerekse değer yönünden önemli bulunan bu gümüş şebeke İkinci Dünya Savaşı yıllarında diğer müze eşyalarıyla birlikte Niğde’ye götürülmüş, savaştan sonra da geri getirilerek yerine konmuştur. Türbenin asıl girişinde bulunan sedef parmaklık kapı ise Sultan II. Abdülhamid’in (1876-1909) bizzat kendi eliyle yaptığı kıymetli bir eserdir. 3- Kuyu ve Dehliz Türbenin içinde ve Ebu Eyyub el-Ensari Hazretleri’nin kabrinin ayak ucu tarafında yaklaşık iki metre derinliğinde bir kuyu bulunmaktadır. Daha önce de var olduğu söylenen bu kuyuyu 1607 tarihinde Sultan I. Ahmed (1603-1617) yenilemiş ve kullanılır hale getirmiştir. Kabrin doğu ve kuzeydoğu tarafını, toprak altından derinliği yaklaşık iki metreyi bulan bir dehliz kuşatmaktadır.
 Sultan II. Mahmud (1808-1839) tarafından yaptırıldığı söylenen bu dehlize türbe girişinin sağındaki sebilden girilir ve zemine bir merdivenle inilir. Bu dehliz kabir ve türbeyi çevreden gelen sulara ve rutubete karşı korumak için yapılmıştır. 4. Çiniler, Hat Örnekleri ve Ayak izi Ebü Eyyüb el-Ensari Hazretleri’ne ait türbenin camiye bakan yüzeyi ve iç kısmı tamamen çinilerle kaplıdır. İznik, Kütahya ve Avrupa kaynaklı olan bu çiniler XV., XVI. ve XVII. yüzyıllara aittir. Çiniler türbe için özel olarak yapılmamış, saray deposundan temin edilerek değişik zamanlarda buraya monte edilmiştir. Türbede bulunan ve yüksek sanat değeri taşıyan güzel hat örnekleri ise Sultan I. Ahmed (1603-161 7), Sultan ili. Mustafa (1757-1774), Sultan ili. Selim (1789- 1807), Sultan II. Mahmud (1808-1839) ve Sultan Abdülaziz (1861-1876) gibi sultanlar ile Osman Efendi (ö.1698), Mahmud Celaleddin Efendi (ö.1829), Yesarizade Mustafa İzzet Efendi (ö.1849) ve Hasan Rıza Bey (ö.1920) gibi hattatlar tarafından yazılmıştır. Fatma Zehra isimli hanım hattata ait ta’lik yazılı bir Levha da dikkat çekicidir.
Türbenin girişinde sol tarafta bulunan ve Hz. Peygamber’in ayak izi olarak ziyaret edilen “Nakş-ı Kadem-i Peygamberi’yi Sultan I. Mahmud (1730-1754) 1732 tarihin de Topkapı Sarayı’ndaki Mukaddes Emanetler bölümünden alarak buraya getirmiş ve halkın ziyaretine sunmuştur. 5- Türbeye Yapılan İleveler Fatih Sultan Mehmed’in yaptırdığı Ebu Eyyüb el-Ensari’ye ait türbe muhtelif zamanlarda tamir edilmiş ve etrafına bazı ilaveler yapılmıştır. En önemli tamirleri Sultan 1. Ahmed (1603-1617), Sultan ili. Ahmed (1703-1730), Sultan I. Mahmud (1730- 1754), Sultan ili. Selim (1789-1807) ve Sultan II. Mahmud (1808-1839) gerçekleştirmişlerdir. Bu tamirler esnasında türbeye sebil, hacet penceresi, kadınlar mescidi, giriş kısmı, çıkış kısmı (uzun yol) ve cüzhane gibi bugün hala varlığını koruyan bölümler eklenmiştir. 6. Osmanlı Döneminde Yönetimin Meşrulaştığı Yer Eyüp Sultan Türbesi, tahta çıkacak Osmanlı sultanlarının kılıç kuşandıkları ve bir nevi yönetimlerini meşrulaştırdıkları yerdi.
Buradaki kılıç kuşanma adeti ilk defa Akşemseddin Hazretleri’nin Fatih Sultan Mehmet Han’a kılıç vermesiyle başlamış, daha sonra Sultan II. Bayezid (1481-1512) ile birlikte resmiyet kazanmıştır. Önemle üzerinde durulan bu iş için şu şekilde resmi bir merasim icra edilirdi: Yönetime geçecek hükümdar tahta oturmadan önce, yanında şeyhülislam ve nakibüleşraf olduğu halde türbeye gelir, Ebu Eyyüb eL-Ensari Hazretleri’nin kabrini ziyaret eder, sonra da devrin seçkin alimlerinden biri Topkapı Sarayı’ndaki Mukaddes Emanetler arasından getirilen sahabeye ait kılıçlardan birini ona takdim ederdi. Kendisine verilen bu kılıcı sembolik olarak kuşanan ve artık yönetimi meşrulaşan padişah daha sonra Topkapı Sarayı’na gider ve orada icra edilen cülüs merasimiyle tahta otururdu. Genel tatbikat bu şekilde olmakla birlikte bazı padişahların kılıç kuşanma merasimlerinin cülüs merasiminden sonra yapıldığı da olmuştur. Kabir ve Türbe Ziyareti Kabir Ziyareti Yasağı İslamiyet’in ilk yıllarında Hz. Peygamber kabirleri ziyaret etmeyi yasak etmişti.
Çünkü insanlar Cahiliye dönemi adetlerinin etkisiyle kabirleri kutsal yerler olarak değerlendirir, dua ederken de orada yatan mevtalardan bir takım isteklerde bulunurlardı. Cenab-ı Hakk’ın güç, kuvvet ve kudretine güvenip kendisinden istemek yerine, onun yarattığı aciz ve fani insanlara yönelip onlardan beklemek anlamına gelen bu yanlış inanç ve anlamsız davranış biçimi ortadan kalkana kadar Allah Resulü kabir ziyaretine izin vermedi. Ancak Allah inancı kalplere, İslam’ın prensipleri de günlük hayata iyice yerleşince bu yasak ortadan kalktı. Hz Peygamber (s.a.v.) konu ile ilgili bir hadisi şöyledir: “Sizlere kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Ancak bundan sonra artık ziyaret edebilirsiniz(MüsLim, “Cengiz”, 106; Ebü Dvüd, “Ceniz”,77). 2. Kabir Ziyaretinden Maksadı İslam’da kabir ziyareti bir maksada binaen yapılır. Bu maksadı Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle açıklamışlardır: “Kabirleri ziyaret etmek isteyen ziyaret etsin. Çünkü kabir ziyareti bize ahireti hatırlatır(Tirmizi, “Cenaiz”, 60; Ebü Dvüd, “Ceniz’, 77). Bunu söyleyen Allah Resulü bizzat kendisi de zaman zaman Medine’deki Cennetü’l-Baki kabristanına ve Uhud’daki şehidliğe gider, orada yatan mevtalara dua eder, onlar gibi öleceğini düşünür ve ahiret hayatını gözünde canlandırdı.
Hz Peygamber’in(s,a.v) bu uygulaması, kabir ziyaretinin onun sünnetlerinden biri olduğunu göstermektedir. 3. Kabir Nasıl Ziyaret Edilir? Resul-i Ekrem kabir ziyaretine giden veya kabristanın yanından geçen kimselerin dikkat edecekleri hususlarla ilgili bazı hatırlatmalarda bulunmuştur. Bir gün kabristana giden bir grup sahabeyi görünce onlara önce kabirdekileri selamlamalarını, sonra da şöyle dua etmelerini tavsiye etmişti: “Selam size, ey bu diyarın mü’min sakinleri! İnşallah yakında biz de aranıza katılacağız. Allah’ın bizi de sizi de bağışlamasını diliyorum (Müslim, Ceniz 104) Buna göre bir Müslüman ziyaret maksadıyla bir türbe veya kabristana gittiğinde önce selam verir, sonra ziyaret edilen kimse sanki sağ imiş ve onunla konuşuyormuş gibi yüzünü kendisine döner, herhangi bir mazeret yoksa ayakta durur, Allah rızası için bir miktar Kur’an veya üç İhlas ile bir Fatiha okur ve sevabını bağışlayarak mevtaya hayır duada bulunur. Daha sonra kendisinin de orada yatan kimse veya kimseler gibi birgün vefat edeceğini aklına getirir, ölüp toprak altına düştükten sonra hesap vereceğini düşünür ve bu yol ölümden ibret almaya çalışır.
Çok Önemli Hususlar Birinci Önemli Husus Bir kabirde yatan zat ne kadar büyük bir insan olursa olsun, ondan asla herhangi bir dilekte bulunmamaı, bir şey istenmemelidir. Çünkü kendisinden bir şey istenecek olan sadece Allahu Teala’dır, Bu hususta yapılacak yanlış davranışlar insanı şirke kadar götürebilir. Resul-i Ekrem’in bu noktada yapılan bazı yanlışları ortadan kaldırmak için bir müddet kabir ziyaretini yasakladığını unutmamak gerekir. Binaenaleyh, kabir veya türbe ziyaretine gidecek olan kişi, buraya gitmeden önce Hz. Peygamber’in kabir ziyaretine dair yaptığı tavsiyeleri öğrenmeli ve ziyareti ona göre yapmalıdır. ikinci Önemli Husus Kabir ziyareti esnasında kabir taşına, sandukaya, duvarlara ve demir parmaklıklara el, yüz sürerek bunlardan medet ummak, fayda beklemek yanlış ve yersiz olur. Bu tür davranışlar Peygamberimizin(s.a.v.) tarif ettiği kabir ziyareti adabına uygun düşmemektedir. Türbe ve kabir ziyaretçisi bilmeli ki, türbelerde ve kabristanlarda mermerlerin, sandukaların, duvarlar ve demir parmaklıkların manen bir değeri yoktur. Burada gösterilen saygı, mevtaların imanlı ruhların ve onların manevi şahsiyetlerinedir.
Bu inceliği her ziyaretçinin çok iyi kavraması gerekir. Üçüncü Önemli Husus Türbe ziyaretinde usul ve adaba uymak gerekir. Gerek kadınların ve gerekse erkeklerin İslam adabına uygun düşmeyen kılık ve kıyafetlerle buralara girmeleri doğru değildir. Ziyaret esnasında itişmek, kakışmak, gürültü etmek, tartışmak gibi davranışlar da İslami edep ve ahlakla bağdaşmaz. Yine kadınların ve erkeklerin özellikle kalabalık zamanlarda karışık olarak ziyarette bulunmaları dinen sakıncalıdır. Böyle durumlarda türbeye girmeden dışarıdan okumak daha doğrudur. Üçüncü Önemli Husus Türbelerde akla, mantığa ve dinimizin prensiplerine uygun düşmeyen davranışlarda bulunmaktan kaçınılmalıdır. Arzu ve dileklerin yerine gelmesi için türbe ve kabirlere adak yapmak, kurban kesmek, mum yakmak, türbe kapı ve pencerelerine çaput bağlamak, duvarlara yazı yazmak, kabrin etrafında tavaf eder gibi dolaşmak, kabri, mezar taşını ve duvarları öpmek kesinlikle dine aykırı davranışlardır. Adak yalnız Allah’a yapılır, kurban da ancak onun için kesilir. Sevabı mevtaya bağışlanabilir. Dördüncü Önemli Husus Bir sıkıntımızı Cenab-ı Hakk’a iletmek veya bir arzumuzun yerine gelmesini istemek için illa bir türbeye gitmek şart değildir. Evde, camide ve her yerde dua edilebilir.
Önemli olan Yüce Allah’a arz ettiğimiz duada samimi olmak, içten gelerek istemek ve hayırlı olanı beklemektir. Şunu unutmamak gerekir: Allahu Teala dua eden kulunun, duayı yaptığı yerden ve dua esnasında söylediği sözlerden çok, gönlüne nazar eder. Kulun samimi olup olmadığına, kalbinin ta derinliğinden isteyip istemediğine bakar, ondan sonra kabul eder. Kul ne kadar içten ve ısrarlı bir şekilde dua ederse Cenab-ı Hak o kadar memnun otur ve duaya icabet eder. En makbul ve muteber dua, insanın kendisinin yapacağı duadır. Çünkü kişi derdini, sıkıntısını, isteyeceği şeyi kendisi daha iyi bilir ve onu Cenab-ı Hakk’a daha güzel bir şekilde arzeder. Böyle olunca, duada aracı kullanmaya hiç gerek yoktur. Buna rağmen günümüzde, “işim rast gitsin, hastalığım geçsin, hastam iyileşsin, imtihana girecek evladım başarılı olsun, askere gidecek oğlum kazasız-belasız geri dönsün” düşüncesiyle bir kısım insanların, özellikle türbelerin yakınında bulunan bazı şahıslara para verdikleri ve Kur’an okutup dua ettirdikleri görülmektedir. Genelde, duası daha makbul olur veya dileğim daha çabuk gerçekleşir inancı ile yapılan bu tür davranışlardan uzak durmak gerekir. Zira, bu kimselerin dualarının daha makbul olacağına dair din her hangi bir delil yoktur.
 Ayrıca, okuyup dua etsin diye birine para vermek veya okuyup dua edeceğim diye para almak hiç de hoş olmayan ve dinimizin ruhuna uygun düşmeyen davranışlardır. Burada yapılması doğru olan, kişinin kendisi ne biliyorsa onu okuması ve dileğini bizzat kendisinin Cenab-ı Hakk’a sunmasıdır. Beşinci Önemli Husus Özellikle Eyüp Sultan’a gelen ve Ebu Eyyüb el-Ensari Hazretleri’ni ziyaret edip burada dua eden hanım-erkek, büyük-küçük her Müslüman için şu husus çok önemlidir: Burada yatan Ebu Eyyüb el-Ensri büyük bir insandır. Medinede İslam’a giren ilk Müslümanlardandır. Malını ve canını Allaha ve Resulünün yoluna adamıştır. Kuran’da ve Hz. Peygamberin hadislerinde övülmüştür. Hz. Peygamber çok severdi. Onu evinde misafir etmek, hizmetinde bulunmak ve yolunda yürümek en çok zevk aldığı işlerdendi. Bundan dolayı Efendimiz de onu çok seviyordu. Dinini yaşama konusunda titiz bir insandı. İlme ve araştırmaya önem verir, dine uygun düşmeyen şeylerden uzak durur, cahilce yapılan işler konusunda insanları uyarırdı. Güçlü bir imana sahipti. İslama hizmet etmek en büyük tutkularından biri idi. Bu maksatla, yaşı sekseni geçtiği halde binlerce kilometre uzaktaki Medine’den yaya olarak İstanbula gelmiş ve burada şehid düşmüştür.
 Bu özellikleriyle o, Cenab-ı Hakkın rızasını kazanmış, Peygamberimizin sevgisine nail olmuş ve milletimizin gönlüne taht kurmuştur. Ziyaretçi, bu niteliklere sahip olan Ebu Eyyüb el-Ensari Hazretlerinin huzuruna çıkıp dua ederken; onu evlenemeyenlerin kısmetini açan, çocuğu olmayanlara çocuk veren, çek ve senetlere ödeme kolaylığı sağlayan, işsizlere iş ayarlayan, bozulan işleri düzelten, kayıp eşyaları bulduran, zenginlik kapıları açan, ev ve araba veren... bir kimse şeklinde değil de yukarıdaki özelliklere sahip örnek bir insan olarak düşünmeli, sonra da Cenab-ı Hakkın kendisini de bu güzelliklere sahip bir Müslüman haline getirmesi için içten gelerek dua etmelidir. Aynı güzellikleri annesi, babası, eşi, çocukları, torunları, kardeşleri, bütün yakınları ve komşuları için de istemelidir. Ayrıca milletimizin, bütün Müslümanların ve insanlık aleminin iyiliği için duada bulunmayı ihmal etmemelidir. Hz. Ebu Eyyub el- Ensari'nin Naklettiği Bazı Hadisler Ebu Eyyüb el-Ensari naklediyor:Hz Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: Sünnetim olan şeylerden yüz çeviren benden değildir.
 Ebu Eyyüb el-Ensari’nin naklediyor: Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: Kim emrolunduğu şekilde abdest alır, yine emrolunduğu şekilde namaz kılarsa geçmişte işlediği küçük günahları bağışlanır. Ebu Eyyüb el-Ensari naklediyor: Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: Herhangi bir gece İhlas suresini okuyan, o gece Kuran’ın üçte birini okumuş gibi olur. Ebu Eyyüb el-Ensari naklediyor : Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: Kırk gününü Allah rızası için ayırıp ihlas ve samimiyetle ibadet eden kimsenin kalbindeki hikmet pınarları dilinden dökülmeye başlar Ebü Eyyüb el-Ensari naklediyor: Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu Sadakanın en hayırlısı ve en makbul olanı, dargın akrabaya verilendir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder